27 Mayıs, 2009

"YARI KAYNAŞMIŞ BİLEŞİK EYLEM”

Dilbilgisi öğretiminde Türkçenin büyük sorunları var. Bu konuda dilcilerin bakışında ortak bir kanı oluşmadığı ya da dilcilerden çok, dille ilgisi olmayanların genellikle çığırtkanlığı ağır bastığı için bilimsel ölçütler bir yana itilmiş, bu anlamda büyük bir boşluk ortaya çıkmıştır. Durum böyle olunca da öğretim kurumlarında görevli Türkçe öğretmenlerimiz kendi birikimleri ölçüsünde sorunlara çözüm üretmeye çalışmakta ya da piyasa yayınlarının, bilimselliği tartışılır birtakım bilgileriyle görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadırlar. En başta Milli Eğitim Bakanlığı ve Türk dilinin korunup geliştirilmesinden sorumlu olması gereken bugünkü TDK, bu sorunlara ne yazık ki seyirci kalmaktadır. Elbette bu sorunların çözümü yasalarla ve yasaklarla sınırlı, yaptırımcı bir yol izlemek değil; tersine eleştiriye açık, yapıcı ve uzlaşımcı bir anlayışla tüm dilcileri bir araya getirmek ve bunların yapacağı ortak çalışmaların sonuçlarını eğitimcilerle paylaşmak, dilin öğretiminde ortak ilkeler ve yayınlar oluşturmaktır. Özel öğretimde gözlemlediğimiz pek çok yanlışı ve çelişkiyi artık kamuoyuyla paylaşmak ve gittikçe yaygınlaşan bir dil sorununu gündeme getirmek kaçınılmaz bir durum olmuştur. ÖSS ve OKS’ye hazırlıkla ilgili yayınlarda yazar kadrolarının, bilimsellikle ve birbiriyle bağdaşmayacak pek çok bilgi verdiği görülmektedir. Bu bilgilerden biri de “deyimleşmiş bileşik fiil” ve “yarı kaynaşmış bileşik fiil” adıyla öğrenciye sunulan bölümlerdir. Yıllardır öğretilen, eski ve eski olduğu kadar da çoğu yanlış olan bu görüşlerden yepyeni bir yorumla dilimiz ne zaman kurtulacak merak ediyoruz. “Yarı kaynaşmış bileşik fiil“ ne demek? Bunun ölçütü nedir? Doğrusu böyle bir ölçüt de böyle bir fiil de yok bilimsel olarak. Örneğin “karar vermek, haber vermek, görüntü vermek, önem vermek, selam vermek, imkan vermek, yer vermek, cevap vermek, bilgi vermek, izlenim vermek, güven vermek, ödül vermek, sır vermek, rapor vermek, beyanat vermek, korku vermek; hayal kurmak, düş kurmak, tuzak kurmak, bağ kurmak, bağıntı kurmak, ilgi kurmak, ilişki kurmak, (olaylar arasında) köprü kurmak, temas kurmak; soru sormak; kuşku uyandırmak, kaygı uyandırmak, izlenim uyandırmak, şüphe uyandırmak, saygı uyandırmak, saygı duymak, kaygı duymak, kuşku duymak, şüphe duymak, eziklik duymak; ilgi beklemek, ilgi görmek, ilgi göstermek; iz sürmek; yer almak; sır saklamak; idman yapmak... söz öbeğiymiş gibi, çoğu yayında “yarı kaynaşmış bileşik fiil” diye nitelendirilmekte ve öğrencilere bu konuda yanlış bilgiler sunulmaktadır. Bu filleri örnek cümlelerde kullanalım, bakalım yüklem nasıl bulunacak? __Konuya her zaman önem VERİYORUM. (Konuya her zaman gereken önemi VERİYORUM. Konuya her zaman büyük bir önem VERİYORUM...) __Size saygı DUYUYORUM. (Size karşı bu saygıyı hep DUYDUM ve DUYACAĞIM. Size karşı hep inanılmaz bir saygı DUYDUK...) __Bu yazar, bütün yapıtlarında köylü sorunlarına yer VERİR. ( Edebiyat tarihi, yazara hak ettiği yeri VERMİŞTİR. Konuşmasında bu konuya en geniş yeri bu yazarımız VERMİŞTİR...) __Her yazar bu düşüncelere ilgi GÖSTERİR. (Her insan, bu ilgiyi her yerde ve her zaman bu tür yapıtlara GÖSTERMİŞTİR. Bu makaleye okuyucular, sürekli inanılmaz derecede yoğun bir ilgi GÖSTERMİŞTİR.) __Şairimiz, edebiyatımızda son dönemlerde yer ALIR. (Şairimiz hak ettiği yeri edebiyat tarihimizde ALMIŞTIR. Sanatçımız, edebiyat tarihimizde hak ettiği o erişilmez yerini nihayet ALMIŞTIR....) Bunlar bir çırpıda akla geliveren örnekler. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Şimdi soru 1: Bu örnekler bir cümlede kullanıldığında cümlenin yüklemini bileşik sayıp iki sözcüğü birlikte mi yüklem sayacağız?. “Deyimleşmiş bileşik fiil”in de tam olarak cümledeki yeri ve konumu nedir sorusuna net bir cevap verilebilmiş değil henüz. Deyimler yüklem olduğunda öğrenciye çok klasik bir deyişle denir ki :”Deyimler asla bölünmez..” Ama bu bilgi, Türkçe deyimlerin kullanım mantığını ne kadar açıklamaya yeterlidir acaba? “Eli uzun, dili damağı kurumak, nutku kurumak, çenesi düşmek, hayalleri suya düşmek,gözü dönmek, karnı doymak, karnı zil çalmak, canı istemek, gözü gönlü açılmak, gözü doymak, tadı kaçmak, beli doğrulmamak, canı çıkmak, sesi soluğu kesilmek, eli değmemek, söz dinlemek, içi erimek, içi gitmek, başı dönmek, dilinde tüy bitmek, yerinde yeller esmek, eli böğründe kalmak, yüreği yanmak, burnu büyümek, gözü korkmak, ağzı kulaklarına varmak, yüzü gülmek, göğsü kabarmak, dili varmamak, başı dara düşmek, başı sıkışmak, ağzını bıçak açmamak, canı sıkılmak, eli darda, boynu bükük, gözü tok...” __Oğlu sınavı kazanınca göğsü KABARDI. ( Oğlu sınavı kazanınca o duygusal yaşlı adamın göğsü KABARDI. Bu olay, adamın göğsünü iyice KABARTMIŞTI.) __ Zaman geçince hayalleri suya DÜŞMÜŞTÜ. ( Adamın hayalleri tek tek suya DÜŞÜYORDU. Bir gün gerçekleşir diye beklediği hayalleri suya DÜŞÜYORDU....) __ Bu olaylardan sonra ağzını bıçak AÇMIYORDU. (Yaşanan bunca acı olaydan sonra bu genç ve dinamik adamın ağzını bıçak AÇMIYORDU...) İkinci sorumuz şu: Bu deyimlerin yüklem olduğu cümlelerde yüklem, hep deyimin tamamını kapsayacak biçimde mi alınacaktır? Buyurun öyleyse bu cümleleri ve bunların benzerlerini öğelerine ayırın. Bilimsel açıklamasını da bekleyelim. Yine de biz çağrıda bulunalım: MEB, TDK, DİL DERNEĞİ ve tüm dilseverler göreve!... Türkçe Öğretmeni Nuri SAĞALTICI Yazar Eposta : nurisagaltici@hotmail.com

"CHAT", "NİCK" VE TDK'NİN "TÜRKÇE"Sİ

"Chat, nick, mail, server..." gibi pek çok yabancı kökenli sözcüğü özellikle genç kuşaklar, günlük hayatta tahmin edilemeyeck kadar sık kullanmaktadır. İnternetin yaygınlığı açısından düşünülürse bunların gençler arasında yaygın kullanımı yaklaşık on yılı bulmaktadır. Bir Türkçe öğretmeni olarak öğrencilerime derste Türkçe kurallar açısından nasıl yazmaları gerektiğini anlatsam da pek etkili olamıyor bu. Çünkü bu sözcüklerin herhangi bir kaynakta yazımına ilişkin kanıt yok ki. Anlattıklarım gençlerin kafasında yalnızca bir soru işareti uyandırmaktan başka bir işe yaramıyor tabii. Türkçe dersinde gençlerle aramızda genellikle söyle bir diyalog geçiyor: -Aynı dillerden Türkçeye geçen pek çok sözcüğü inceleyelim: Elektrik, iskele, istasyon, telefon, televizyon, kompütür, enflasyon, pratik, plastik, istatistik gibi sözcükler ingilizcedeki özgün biçimiyle mi yoksa söylendiği gibi mi yazılmaktadır? -Elbette söylendiği gibi yazılmaktadır." diyorlar. -Peki kullandığınız 'nick', 'chat', 'mail' gibi sözcükleri neden söylendiği gibi yazmıyorsunuz? -Hocam bunlar artık kalıplaşmıştır dilimizde. Böyle yazıyor herkes de ondan. Üstelik bunların böyle yazılmayacağını gösteren herhangi bir resmi belge de yok. Biz Yazım kılavuzlarına bakıyoruz, bu sözcüklerin yazımı yok. Evet, gençler haklı. Hem de çok haklılar. Daha düne kadar hiçbir yazım kılavuzunda bu sözcükler yoktu. Ta ki geçen yıl TDK'yi ve Dil Derneği'ni bu konuda uyaran yazışmalarım olana kadar. Geçen yıl TDK, sanal ortam sözlüğünde bir değişiklik yaparak önce "chat" biçiminde yaygın yazımı aldı sözlüğüne. Sonra TDK'nin bu yanlış tutumunu eleştiren bir yazı yayımlayıp bu yazımı TDK'ye gönderdim. Bir baktım ki TDK "chat" sözcüğünü kaldırıp "çet" biçimini kısa bir süre benimsedi. Bu değişiklik de çok kısa sürdü. Şu anda TDK'nin sanalağdaki sözlüğüne bakınız, orada bu iki yazım biçimini de göremeyeceksiniz. Çünkü TDK de ne yapması gerektiğine hala karar verebilmiş değil anlaşılan. Yani insanlar arasında on yıl boyunca bir sözcük yanlış kullanıldıktan sonra hala bu sözcüğün yazımına karar verememek başka hangi ülkenin dil kurumlarında görülebilir bilmiyorum. Neyse ki Dil Derneği 2005 yılında yayımladığı Yazım Kılavuzu'nda bu sorunu açık biçimde ortaya koyup "çet" yazımını sundu kamuoyuna. Dil Derneği'ni bu doğru ve cesur tavrından dolayı kutlamak gerekir gerçekten. Türk Dil Kurumu'nun sanalağdaki sözlüğüne bakınız, orada "chat, nick, mail" gibi hiçbir sözcüğün yazımını göremezsiniz. Bu saydıklarımdan yalnızca "chat" sözcüğü "söyleşi"ye yönlendirmeyle açıklanmaktadır. Oysa "chat" inanılmayacak kadar yaygındır. Bir insan bunu yazmak isterse nasıl yazacaktır, asıl sorun budur. TDK'nin anlayamadığı da budur. Sadece bu değil tabii anlaşılması gereken; bir de şu var: Bu sözcükler, TDK'nin dili ihmal etmesi sonucu o kadar yaygınlaştı ki bunların eylem biçimleri de ciddi bir sorun olmaya başlamıştır. Hatta bu eylemler, daha beter yazım sorunları yaratmıştır. Haydi buyrun bakalım bunların da yazım biçimlerini ortaya koyun da görelim: "Chatlaşmak" mı, "chatleşmek" mi, "çetleşmek" mi? "Mailleşmek" mi doğru, "meylleşmek" mi? İşyeri adları bile bunlardan türetilir olmuştur: Chatkapı İnternet, gibi. Biz diyoruz ki bu sözcüklerin Türkçesi kullanılmayacaksa eğer bunların doğru yazım biçimi şu olmalıdır: ÇET, NİK, MEYL. Bu sözcüklerden ikisinin eylem biçimi de şöyle yazılmalıdır: ÇETLEŞMEK, MEYLLEŞMEK. Yarın bunlara "nicklenmek" mi "niklenmek" mi gibi sorular eklenmeden elini çabuk tut TDK. Adana'da Toros Mahallesi'nde iki yıl önce meydana gelen internet kafedeki öğrenci saldırısı, Hürriyet Çukurova Bölge ekine haber konusu olduğunda gazetenin başlığında bile "chat kavgası" olarak yansımıştı olay. Bu kadar ciddi bir sorun karşısında TDK'nin sessizliğini anlamak olanaksız. Gençlerin Türkçeyi güzel kullanamamasından yarın gençleri sorumlu tutmaya hakkınız olur mu, bugün onlara yol göstermekten aciz olursanız beyler? Çevremizdeki internet kafelere bakalım, tabelaların kaç tanesinde "internet kafe" kaçında "internet cafe" yazıyor? Deneyin. Bu yazım yanlışının ve dil kirlenmesinin nedeni TDK'nin hantal tutumu değil midir? TDK, kendini affettirmek için işyerine Türkçe isim verenlere ödül adı altında avuntular ararken bu hantal tutumuyla asıl dil kirlenmesini kendisi de yaratmıyor mu sizce? Bu dil kirlenmesinde yetkili kurum olarak TDK'nin günahı yok mu acaba? Verdikleri ödüllerle övünen TDK yetkilileri, işyerine yabancı ad verenleri kınarken, kendilerine de iğneyi batıracak mı acaba? "İnternet kafe" sözcüğü ÖSS'de soru olarak soruldu; fakat ne hikmetse hala TDK'nin Türkçe Sözlüğü'nde ve "İmla Kılavuzu"nda yok. İnternet kafelere bakınız, çoğunda hala "internetcafe" yazıyor ve TDK uyuyor. Ne acı değil mi? Nuri SAĞALTICI Yazar Eposta : nurisagaltici@hotmail.com

ANNELER GÜNÜNE DOĞRU

Üç yaşındaydım ve yıl 1965'ti sanırım. Bir gece uykumdan kan ter içinde uyandım. Attığım çığlıklar üzerine annem yatağından fırlamış, baş ucuma dikilmiş: "Hayırdır oğlum, kâbus mu gördün?" diye söyleniyordu. Bir yandan annemin tesellisiyle oyalanıyor, bir yandan da içine yuvarlandığım uçurumun aslında gerçek olmadığını düşünüp rüya alemindeyken bunun bilincine varmayı denemek gerektiğini tasarlıyordum. Eğer bunu başarabilirsem bir daha hiçbir kâbustan korkuyla uyanmayacak, güzelim uykularım bölünmeyecek ve annemi rahatsız etmeyecektim. Tam bunları düşünürken dalıp gitmişim uykuma. Ne ilginçtir ki demin beni çığlık çığlığa bırakan o rüya, uykumda devam ediyordu kaldığı yerden. Ben uçurumdan yuvarlanıp tam dibe çakılacakken bunun bir rüya olduğunu düşünüp kanatlanıveriyor, yükseliyordum, yine dibe doğru yaklaşınca kanatlanıp yukarılara tırmanıyordum. İlk zaferim buydu benim hatırladığım. Babam o yıl hastaydı ve tedavi için doktorların tavsiyesi üzerine bir yaylaya göç etmişti. Annem yerini bile bilmiyordu. Yalnızca şoförler yayladan gelip geçerken babamı gördüklerinde anneme onun haberlerini iletir, bize selamını getirirlerdi. Aradan birkaç ay geçmeden babamın hastalığı ağırlaştı, babam köye döndü. Hastane-ev arasında mekik dokuyordu artık. Günlerim evde ağlamakla geçiyordu. Bir gün doktor elinde deri çantasıyla kapımıza dayandı. Çantasını açtı, babamı muayene etti. Anneme dışarıda acı gerçeği açıkladı. Babamın ölümü çok yakındaymış artık. Rahmetli Sümeyya ninem de yanımızdaydı. Poşusunu çıkarıp kıbleye yöneldi ve dedi ki: "Allah'ım, oğlumun canını alacaksan, kurban olayım, önce benim canımı al, bana evlat acısı gösterme hayatta." Gerçekten de aradan üç dört saat geçmeden akşam üzeri ninem,üç dört saat sonra da aynı gün babam vefat etmişti. Rüyamdaki uçuruma yuvarlanışım gerçekleşmişti dört yaşımda. Hiçbir geliri olmayan dört çocuklu bir ailenin hem annesi hem babasıydı annem. Evimiz eskiydi sel vurdu, arka duvarı çöktü ve birçok çocukluk fotoğrafım kayboldu, bir yanım daha eksildi. Annem bir yandan gündelikçi çalışıyor, bir yandan evi toparlamaya çabalıyordu. Hep derdi ki:"Ailem dağılmasın da canları sağolsun." Genç yaşında dul kalmış, pek çok isteyeni olmuştu. Ama o:"Yavrularım eşimden bana emanet, önce onlar, sonra ben." Evlenmedi hiçbir zaman. Pamuk topladı bizimle Çukurova'da, Amik Ovası'nda, Söke Ovası'nda... Aç kaldı, susuz kaldı. Yemedi yedirdi, içmedi içirdi. İçine itildiğim ve rüyayken gerçek olan o uçurumda beni hep yükseklere çıkaran kanatlarımdı o. Gerçekten bunu her zaman hissetim. Bir rüya bir yaşama ancak bu kadar yakışabilirdi. Yoksul olduğundan mıdır nedir, ne zaman bir yoksul görse gözleri dolar. Acınacak haldeyken bile insanlara acıdı yüreği. Her tür acıyı yaşadı: eşsiz kalmak, aç kalmak, kırk derecelik yaz sıcağında aylarca çalışmak, horlanmak, ezilmek... Ama bir zenginliği var ki... İnsan... İnsan... İnsan.... Bir felsefesi vardı ki değme filozoflarda yok. Kulaklarımdadır hala insana bakışı: "Külmin la dinühü ve allahiy inühü." (Herkes dinde kendi yoluna, Allah herkese yardımcı ola.) Bu insandan daha büyük bir laik, daha hümanist var mıdır dünyada? En büyük mirasın nedir deseler, derim ki, ilkokulu okumamış bir insan olan annemin bana bıraktığı temiz ahlak ve insanlıktır. Öyle ya, İNSANLIĞIN OKULU YOK anne! Nuri SAĞALTICI Yazar Eposta : nurisagaltici@hotmail.com

25 Mayıs, 2009

"SÖZ SANATLARI" ADLI KİTABIM

Değerli Sanat Dostları,
* Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı üzerinde geliştirilen bu yapıt, bu dönemin en seçkin şiirleri, fıkra, nükte ve özdeyişleriyle oluşturulmuştur.
*Yapıt, lise 9-10-11 ve 12. sınıf öğrencilerine, lise edebiyat öğretmenlerine, üniversitelerin edebiyat bölümü öğrencilerine, öğretim görevlilerine ve şiire özel ilgi duyan genç şairlere yardımcı zengin bir kaynak olarak tasarlanıp hazırlanmıştır.
*Yapıtta yaklaşık 1000 (bin) sanat örneği açıkla-malarıyla sunulmuştur.
*Öğrenci arkadaşların konuyu daha iyi kavramasına yardımcı olmak amacıyla kitapta altı değişik öğretim yöntemi uygulanmıştır.
*Kitap 264 sayfadan oluşmaktadır.
*Adana'da Karahan Kitabevi'nde satışa sunulmuştur.
*ilgiyle okunabilecek seçkin şiir, fıkra, nükte ve özdeyişeri bir arada görebileceğiniz bir yapıttır.
*İletişim için: nurisagaltici@hotmail.com adresinden
ya da 0543 712 63 73 numaralı telefondan bize ulaşabilirsiniz