Kalkınmanın vazgeçilmez koşulu beyinsel devrimdir kuşkusuz. Yani insan eğitimi. Bireyleri, sıkı bir eğitimden geçmiş uluslar, bilim ve teknolojide büyük başarılara imza atan uluslardır. Çünkü dünyayı ve çağı iyi anlayabilmek, ancak iyi eğitilmiş beyinlerle olanaklıdır. Bu hamleyi yapmakta geç kalan uluslardan biri olarak biz, ne yazık ki hala eğitim sistemimizi sağlam temellere oturtamadığımız için iki üç yılda bir eğitim sistemimizi silbaştan düzenliyoruz. 83 yıllık cumhuriyet sürecinde Türk aydını, hala halktan kopuk Osmanlıcı kafa yapısını kıramamış, hala halkıyla bütünleşme ve halkının sorunlarını anlayabilme yeterliliğine erişememiştir. Eskiden bütün kararlar halk adına ve halktan habersiz biçimde İstanbul'da, bugün de aynı biçimde Ankara'da masa başında alınmaktadır. Bundan dolayıdır ki hiçbir zaman eğitimle ilgili alınan hiçbir karardan yeterince verim alınamamış ve üç beş yılda bir, sistemin biri kaldırılıp öbürü yerleştirilmiştir.Anımsanacağı gibi 1990'lı yıllarda "Kredili Eğitim Sistemi" getirildiği sıralarda bir bakanlık yetkilisi gazetelerin birine verdiği demeçte, o sistemin Amerika'da uygulanan en son ve en mükemmel sistem olduğunu savunuyordu. Çünkü ülkemizin gerçek sorunlarını bilen eğitimciler bu sistemin yürümeyeceğini, bunun Türkiye koşullarına uygun olmadığını söylüyorlardı. Fakat yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bu sistemi getirenler, kendi hatalarını örtbas etmek için kendilerince gerekçeler ileri sürüyorlardı. Doğruydu söyledikleri aslında. Amerika'da uygulanan ve gerçekten özünde çok güzel bir sistemdi o. Haklarını yememek lazım bu konuda. Ama hep unuttukları bir şey vardı: Acaba bu sistem ülkemizin koşullarına uygun mu? Sonrasını anlatmaya gerek yok. Sistem bize uymadı ve birçok öğrenci, yetersiz derslik yüzünden matematik, Türkçe gibi temel dersleri göremeden liselerden mezun oldu. Bunların yerine öğrencilere beden eğitimi, resim, müzik gibi seçmeli dersler verilerek kredileri tamamlatıldı ve gençler mezun edildi. Her zaman olduğu gibi ülkemizin birkaç yılı adeta çalındı ve bunu yapanlar hiçbir şey olmamış gibi görevlerine devam ettiler. Ondan sonraki sistem de tutmadı tabii. 2005 yılında 59. hükümet, öğrencileri ezberden kurtarmaya kararlı görünüyordu. Harıl harıl çalışıldı ve nihayet 2005-2006 eğitim öğretim yılının başlangıcına yakın bir tarihte yeni eğitim-öğretim müfredatını açıkladı. Fakat bakanlığın elinde yeni müfredata uygun ders kitabı bulunamadığı için çoğu derste ya öğretmenlerin önerdiği eski kitaplarla konular geçiştirildi ya da kimi uyanıkların hazırladığı yanlışlarla dolu kitaplar ders kitabı olarak liselerde okutuldu. Üstelik bu kitapların Tebliğler Dergisi'nde adı bile geçmiyordu ve bunlar için MEB'den gerekli izin bile alınmamıştı.Neyi öngörüyordu yeni müfredat? Özellikle Türk dili ve edebiyatı derslerinde öğrencilerin kafasını kavramlarla, terimlerle ve tanımlarla doldurmaktansa öğrencinin örneklerden yola çıkarak kavramları kendi kendine öğrenmesini, okuduklarından hareketle yorum yapmasını sağlamak. Yani bir tür kendi kendine öğrenme yöntemi. Karşılaştırma,açıklama, tartışma gibi pek çok yöntemi gerektiren ve gerçekten öğrenme eyleminde öğrenciyi etkin kılan çağdaş bir yöntem bu. Tek kelimeyle ilk bakışta harika bir yöntem bu. Çünkü yıllardır hepimizin gördüğü bir temel eksikliği, öğrencinin düşünce tembelliğini ortadan kaldırıyor bu sistem. Buraya kadar her şey çok güzel.Şimdi birçok yerde elbette bunun faydalarını göreceğiz. Bu, yadsınamaz. Fakat kitap okuma alışkanlığı olmayan bir toplumuz biz. Tarih, felsefe, toplumbilim,edebiyat tarihi konularında bilgi yönünden çok zayıf öğrencilerimiz var. Şimdi bir anlığına manzarayı gözümüzün önünde canlandıralım.Edebiyata hiçbir önhazırlığı olmayan ve ilköğretimden gelen lise 1 öğrencilerine Öğretmen, büyük çoğunluğu bu tip öğrencilerden oluşan sınıflarda, Fuzuli'nin bir gazelini okutacak ve diyecek ki: " Bu şiirdeki zihniyeti, tarihsel ve toplumsal öğeleri bulunuz. Gzelin özelliklerini sayınız." Öğrencilerin böyle bir soru karşısındaki ilk tepkilerini tahmin edersiniz değil mi? Böyle bir soru karşısında öğrencinin yapacağı yorumların istenenle ilgisiz olacağı açıktır. Tasavvuf düşüncesinden, Fuzuli'nin tasavvuf düşüncesine bağlı oluşundan, tasavvufun ortaya çıkış koşullarından, şairin yaşadığı 16. yüzyıldan ve Kanuni döneminden habersiz öğrenciler ne yapsın? "Gazel"i nasıl açıklayabilir öğrenciler?İlköğretim okullarına yeni başlayan minicik yavrularımıza harfleri, heceleri öğretmeden doğrudan elyazısı becerisi kazandırılıyormuş. A, ne güzel! Desenize artık kargacık burgacık yazılar yazan öğrencilerin yerine daha hoş yazılar yazan öğrencilerle karşılaşacağız! Buraya kadar tamam da bu çocuklar elyazısını öğreneceklerdir de ne gazete ne kitap okuyabilme heyecanı yaşayacaklar. Bu kararları alanlar, gazete ve kitapların elyazısıyla yazılmadığını düşünemiyorlar mı? Hiç merak etmeyin, en kısa zamanda bütün bunlardan da verim alınamayacağı için bu "yeni" müfredat da eskiyecek ve yerine daha yeni "yeni müfredat"lar gelecektir. Neden mi? Çünkü bu kararları alan aydınların devlet parasıyla Avrupa'larda, Amerika'larda gezmekten Türkiye'yi görüp tanıyacak halleri yok maalesef. Hep de gezip gördükleri yerlerin en son sistemlerini getiriyorlar da bir türlü dikiş tutturamıyorlar. Nedense oralardan getirdikleri hediye elbiseler ya dar geliyor bize ya bol. ÖSS ve OKS sistemlerindeki sık değişmeler de bunun benzeri ürünler değil mi?Ziya Paşa'nın şu beyitleri bir şey anlatır mı bilmem: "Yıldız arayıp gökte nice turfe müneccimGaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde(Birçok acemi müneccim gökte yıldız aramaya çıkar da/ yolunun üzerindeki kuyuyu göremez.)Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamatBin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde."(Onlar lafla dünyaya düzen vermeye çalışır da / kendilerindeki bin türlü düzensizliği göremezler)nurisagaltici@gmail.com
Nuri SAĞALTICI Yazar Eposta : nurisagaltici@hotmail.com
Yayın Tarihi: 03.05.2007 09:37:00
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder