Eğitim sistemimizin sorunları tartışılırken son yıllarda gelip dayandığımız ilk noktalardan biri, eğitim anlayışımızın yanlışlığıdır. Öğrenci, öğretmen ya da veli hep bu olumsuz gelişmede yoğunlaşır. Gözlemlerimiz, bu konuda ne yazık ki bizi böyle eleştirilere yöneltir. Amatörceedebiyat sitesinde Prof. Dr Sayın İbrahim Ortaş'ın "ÖSS SINAVI VE BEYİN GÖÇÜ" adlı o nefis yazısını okurken aynı konu gelip aklıma takıldı. Daha önce aynı sitede yayımlanan bir yazımda Prof. Dr. Zeynep Korkmaz'ı eleştirirken kurduğum bir cümleye Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sayın Mehmet Özmen takılmış ve bir araya geldiğimizde beni sitem dolu sözlerle eleştirmişti. Çünkü ben o yazımda okuduğum üniversitede bir öğretmenimin bilimsel tutumla örtüşmeyen bir tutumunu eleştirmiş ve bu tip olaylardan hareketle, üniversitelerin bilim yuvaları olmaktan hızla uzaklaştığını üzülerek belirtmiştim. Dostumuz, bu tip olayların bireysel hatalar olduğunu ve bunların bizi genelleme yapmaya götürmemesi gerektiğini belirtmişti. Ama ben, iyi niyetli birçok bilimadamının bulunduğunu bilsem de, üniversitelerimizde bu anlamda hala ciddi kaygılar bulunduğunu ve üniversitelerin her geçen gün bilimsellikten uzaklaşan kurumlar olduğunu düşünüyorum. Prof. Dr. İbrahim Ortaş'ın üniversitedeki gözlemleri de benim gözlemlerimle örtüşüyor, benim düşüncelerimi doğruluyor. Ama bu demek değildir ki bütün öğretim üyeleri bu çağdışı anlayışa çanak tutmaktadır. Onurlu ve onurlu olduğu kadar bilime saygılı, pek çok öğretim elemanını ve akademisyeni burada saygıyla anmak gerekir.Sayın Ortaş diyor ki: "Geçmişte üniversitelere eleman alınırken günlerce kişilerin yetenekleri dikkate alınarak sezgileri ve algılama kapasitesi yüksek olan, zeki, dil bilen, motivasyonu yüksek, lider vasıflı kalburüstü kişiler üniversitede kalırdı. Şimdi ise kim saygıda kusur etmiyorsa, evet efendimciler ise baş tacı edilmektedir. Özellikle gelecek sorunu olan kişilerin bu tür davranışlara itilmesinde biz hocaların büyük günahı bulunmaktadır. Nedense hep küçük çıkarlarımız için bir dediğimizi iki yapmayan kişileri çok sevdik, fakat hakkını arayan, doğruya doğru, eğriye eğri diyenleri ise dışladık. Geçmişte dik durup üniversitelere alınmayan ancak başarılı iş hayatı olan bir çok kişi tanıyorum. Zeki ve girişimci bu kişiler üniversitelerde olsalardı acaba ne tür katkılar sunarlardı. Şimdi bütün bu olgular ülkemizin halen bilim politikasının olmaması, bilimden beslenen bir toplum olmadığımızı, bilimi maalesef salt kendi varlığımızı korumak veya ispatlamak için kullandığımızı göstermektedir. Kafasında soru işareti olan ve çözümünün ancak yetişkin ve sezgileri güçlü beyinlerden geçtiğini bilen batılı bilim adamları bilimi kendileri için değil, insanlık için yapanlar ise bilimsel kapasitesi olan gençleri tercih etmektedirler. Batı üniversiteleri bilim adamı seçiminde her aşaması objektif seçicilikle bilim yuvalarına en iyilerini alarak bilim ve teknoloji yaratmakta ve bu teknolojiyi dünyaya pazarlayarak bilginin önemini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bizde ise bilimin ve bilginin toplum yaşamından uzak tutulması için üniversiteler adım adım maddi ve manevi anlamda zayıflatılmaya çalışılmaktadır." Sayın Ortaş'ın bu düşüncelerine saygı duyuyor, açıkyürekliliğinden dolayı onu alkışlıyorum. Gerçek bilimadamlığı, eleştirici ve özeleştirici olmayı, kendimize bakarken bile nesnel kalmayı gerektirir.Dilinize sağlık Sayın Ortaş. Bu görüşlerinizin altına aynen imzamı atarım. Çünkü okuduğum üniversitede gerçekten mezun olana kadar gözlemlediğim şey buydu. Acı ama gerçek. Örneğin ben mezun olduğum yıl, bölüm başkanımız, araştırmacı özelliğimi tarafsızca keşfetmiş ve bana üniversitede kalma teklif etmişti. Ama ben, Sayın Ortaş'ın yukarıda değindiği bazı yanlışlar yüzünden bu teklifi reddetmiştim. Araştıran ve gerçekten bilimsel bakışı benimsemiş bir insanın artık üniversitede tutunmasının imkansız olduğunu gözlemlemiştim. Üniversitelerde siyasi kamplaşmalar ağır basıyordu. Üniversitelerin belirli düşünce kalıplarına mahkum edilmiş olması gerçekten çok aşağılayıcı bir durum bana göre. Bilim daima siyaset üstüdür ve evrensel bakışı gerektirir. Siyaset, bilimden yaralanabilir ama blim siyasetin emrinde olamaz. Sayın Ortaş'ın şu cümlelerini okuyunca yarama tuz basıldı, yaram kanamaya başladı sanki: " Nedense hep küçük çıkarlarımız için bir dediğimizi iki yapmayan kişileri çok sevdik, fakat hakkını arayan, doğruya doğru, eğriye eğri diyenleri ise dışladık. Geçmişte dik durup üniversitelere alınmayan; ancak başarılı iş hayatı olan birçok kişi tanıyorum. Zeki ve girişimci bu kişiler üniversitelerde olsalardı acaba ne tür katkılar sunarlardı?" Ülkeyi sevmek adına bu ülkeye kötülük ediliyor bu noktada. Gerçekten araştırma ruhu yüksek, onurlu pek çok insan sırf farklı düşünceler taşıyor diye üniversitelerden dışlanmış, böylece üniversitelerimiz, gelecek vaat eden pek çok insanı kaybetmiştir. Şu an üniversitelerdeki manzarayı eskiden İstanbul'da asistan olan bir arkadaşım daha iyi özetlemişti. "Asistan Bey, üniversitede ne yapıyorsun?" diye takıldığımızda bize derdi ki: "Profesörlerin en iyi 'çanta taşıyıcı"larındanım. " Bu şakalı söylemde bile içimizi derinden yaralayan bir acı gerçeğin, neredeyse gelenekselleşmiş bir yanlış mantığın izleri yok mu ?Bu ülke ve bu üniversiteler bizim elbette. doğrularıyla övünür, yanlışlarıyla üzülürüz. Yanlışları eleştirmek, doğruya giden ilk ve en önemli adımdır. Birbirimizi elştirdiğimizde sevgisizlik göstermiş olmuyoruz. Yanlışlarımızı görmek, yanlıştan dönebilmek erdemlerin en büyüğüdür. İlerlemenin başka yolu var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder