Nuri Sagaltici
Kartınızı Oluşturun
BİR ÖZLEMDİR TÜRKİYE BAĞRIMDA YANAN
Yaz 1964
Bugün değerli arkadaşım M’den bir mektup aldım.Beyrutta tanınmış basımevinin müdürüdür.
Sevincli, haberini onaylıyor. Benim dört şiir divanımı yeniden yayınlayacağını müjdeledi.
Dört divanımın yeniden basımına karşılık dört bin Suriye lirası yolladığını doğrulamıştı.
Mektup satırları bitimi ardından hanımla beraber gezi turuna gitmeyi karara bağladık.
Be sefer gezimize çocukları,da katmayı uygun gördük.
Nereye?
Mevsim Yaz . İnsanların coğu tatile gidiyor. İmkânları elverdiğince.Bugünlerde
Turkiyeye gideceğiz.Komşumuz Türkiye yakınımızda.Türkiye yaylaları ,adaları ve denizleriyle ünlüdür.
Komsumuzun doğa yapısı cennet misalidir. Dört bin liramız ,o zamanın para değeri ile Türkiye topraklarının tümünü gezmeye yeterli.
Birkaç gün içinde yolculuğa hazırlandık. Yolculuk icin gerekli ne varsa yaptık. O dönem kücük ailemle Halep’te oturuyorduk. Kaya kenti (Halep), tatlı esintilerin, hatıraların ve yaşamın gülü... Yolculuğun planını cok cabuk olusturduk, Doğduğum kenti bir daha görebilmek için Türk yetkililerden alabildiğim tek izindi bu. Antakya’ya uğrayacağız. İlk kentim,uzak köyüm,evcil ve yabani.. Uzun zamandan beri görmediğim akrabalarımı ziyaret edeceğim. Kentte onları tek tek dolasacağım. Ve öncelikle köyde olanları... Asi Bostanları Mahallesi’nde dut ağacını selamlayacağım, incir ağacını ve eski asmayı da. Cocukluk oyun alanlarını canlandırıp uyandıracağım. Hem de birden cok kasideyle, birden cok şarkıyla... Üc cocuğumla beraber yüzmek amacıyla yakındaki Asi Nehrine gideceğiz. Nehrin Duvvar el-Safsafa (Safsafa Göleti) bölümüne inecegiz. Orada cocuklarımın, benim eskiden yüzdügüm gibi yüzmelerini sağlayacağım.
Eski nehrim gür akardı, cömertti. Zamanla bir dereye dönüşmüş.
Bütün köy halkı, kücük şairini karşılamak için akşam saatlerinde doğduğum evin önünde toplanmıs . Toplananların başında benden iki yaş küçük kardeşim Şeyh Ali bulunuyordu. Şeyh Ali köylüydü, dürüsttü. Birden cok meslek öğrendi. Uğraştığı alanlarda tuttuğunu koparan bir beceriye sahipti. Köyün genç kızları ve erkekleri halay çekiyorlar ve peş peşe şarkılar okuyorlar. Cok uzak dönemlerden beri bizi dejenere etmeye çalısan o rüzgârlar, hala ağaç dallarını sarsıp duruyor.Ağacın kökü, bu rüzgârlara bana mısın demiyor.
Kücük mahallemizde çocukluğumla kucaklaştım. Çocukluğumu an be an yeniden yaşadım. Yakınlarımla, komşularımla birlikte... Eski zamanlardaki yaşantılarımı, iliskileri, ilk yazdığım siirleri ve okuduğumuz, şarkıları , türküleri o an o küçücük meydanda yeniden yaşadım. Gittiğim her yerde rastladığım köylülerimin duyuş ve duyarlılıklarıyla gurur duydum. Onlar benim için hep ilham kaynağı olmuştur.
******
Tarsus’tayız.
Hasan’ın annesi kızkardeşim Vahide diyor ki:
-Kızkalesi’ni gormeden İstanbul ve Ankara’ya gitmeyin.
Ona dedim ki:
-Kızkalesi dediğin neyin nesidir?
-Orası, Mersin’e yakın, şaşırtıcı güzellikte turistik bir yerdir. Biliyorum ki sen denizi olan turistik yerlerden hoşlanırsın. Orayı cok seveceğinden ve orada cok güzel zaman dilimleri yaşayacağından eminim. Orayı mutlaka gezmelisin.
Tarsus’a yakın bir yerde Ümmü Hasan’ın (kızkardesim Vahide) yemyeşil bahcesinde, büyük ağacın gölgesinde oturuyorduk. Kızkalesine gitme önerisini kabul ettik. Ertesi gün sabahleyin erkenden Kızkalesi’nin sahillerinde günün ilk ışıklarını masmavi bir dünyanın ılık ve sakin sularının ortasında karşıladık. Bizden önce bircok yabancı turist bizden daha şanslı olarak oranın güzelliklerini bizden önce kesfetmisti. Kardesim Ümmü Hasan yerden göğe kadar haklıydı: Küçük ama guzel ve son derece romantik bir yer.... Yorgunluk atmak isteyenler için bulunmaz bir sahil beldesi...
Kızkalesi, sahilden bir kilometre uzaktaydı ve kucuk bir adayı andırıyordu.Türkler ona Kızkalesi diyor veya Prenses Şatosu, benim tercume ettigim gibi... Bu sahil, bu kaleden adını almıştır.
Bunca uyarıma rağmen bizim ufaklıklar, benden izinsiz şekilde Kızkalesine yüzerek ulaşmışlar. Kale yakınındaki kayalar uzerinde koşuşmaya baslamşlar bile. Bu riskli yüzme deneyimlerine karsılık, geri döndüklerinde onları en sert sekilde azarlayarak karsıladım. Bağırıp cağırdım.
Öğle üzeri Ümmü Hasan (Vahide Hanım kardesim) bir sürpriz yaparak cıkageldi. Bize sepetler dolusu sebze-meyve ve birbirinden lezzetli yemekler getirmisti. O küçücük sahil beldesinde bunları bulmamiz olanaksızdı. Iki kızı Semiha ve Zehra da sepetleri taşımada kızkardeşime yardımcı olarak gelmisti. Onları büyük bir keyifle karşıladık.
-Nedir bunlar, diye sorduk.Sen bizi çaresiz ve mahrum mu sanıyorsun?
-Bunlar, sizin eğlencinizin çerezidir, bahçemin en güzel meyveleridir ve mutlaka tatlarına bakmanızı istedim.
Bu leziz yemek ve meyveleri keyifle yedik.
Ablamın yanındaki iki sevimli kız, namını duyup özlemle görmek için sabırsızlandıkları dayılarıyla birlikte yemekten sonra denize yönelip masmavi akdeniz sularına daldılar. Kızlar, dayıları ve ailesinin bir sonsuz neşe kaynağı gibi sevinci etrafa dalga dalga yaydıklarını düsünüyorlar..Kerim ve Latif kardeşim yanlarında kalmamızı ısrarla istiyor. Diyor ki:
-Sizi 25 yıldır görmüyoruz. Ailenizle cok erken dönüyorsunuz. Neden bu aceleniz hayırdır? Bizimle biraz daha zaman geçirseniz ne iyi olur düşünsenize.
Dedim ki:
-Bizim sınırlı bir zamanımız var. Dönüşte yapacak cok isimiz var gerçekten. Bizi bağışlayın. Ayrıca tatil süresi sınırlı olduğundan cocuklarımıza güzel zaman geçirmelerini sağlama sorumluluğumuz da var. Bilirsin ki benim icin gezmek son derece eglenceli, son derece öğretici bir sey. Gezmeye bayılırım. Buna rağmen sizi cok seviyor ve önemsiyoruz. Lakin bu guzellikleri ileriki bir zamanda paylaşmayi umuyorum.
Bu cümlelerle onların bu yoğun kalma baskılarını hafiflettik, ikna olur gibi oldular. Isrardan çaresiz sekilde vazgeçtiler.
Büyük arabamızla Ankara ve İstanbul’a yönelip yol almaya başladık.
ANKARA
Ankara gibi az gelismis ve kıraç bir kenti, yemyeşil bir baskent haline getiren o buyuk insanı (Ataturku) elbette takdir ediyorum. Büyük bir iş başarmış bence.
Küçük ve güzel otelden dısarıya cıkıp, sokaktaki ilk kitapçıya girdim. Oradan günlük gereksinimlerimizi karşılamakta kullanacağımız bir Fransızca-Türkçe sözlük aldım.Cocukluğumdan beri biraz Türkçem var Ama aldığım sözlük her zaman ve her yerde işime yarayacak.
Doğa her zaman insanlardan önce kentleri yaratır. Insan inşaatlara başlamadan once doğa, kentlere en mükemmel güzellikleri armağan eder. Ama Ankara bu söylediklerimin tersidir. Yani eski hali kıraç olan bu kent, bugün insan emeğiyle türlü güzelliklere dönüşmüştür.
Çocuklarımla sokak ve parkları gün boyunca gezerken bu izlenimleri edindim. Fazla kalmadık burada. Geriye kalan zamandaki ilk fırsatı İstanbul’a ayırdık.
İstanbul
Suyun iki parçaya ayırdığı zümrüt (İstanbul), dikelmiş; iki kıta arasındaki bir sonsuz kaynak gibi etrafa büyülü bir güzellik, ve sevinç saçıyor.
Küçük bir oteldeyiz.Önceden patrikhane, sonradan camiye ve daha sonraları müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın yakınındayız. Hafif olan çantalarımızı otele yerleştirdik, çevreyle tanışmak üzere ailece balkona cıkıp oturduk. Ama çocuklar hararetli bir istekle dışarıda gezmeyi, yürümeyi bizden bekliyorlar. Istanbul, çocuklara yakın, tanıdık bir kent olduğunu çocuklara her fırsatta hissettiriyor. Çocuklar, İstanbul’un her köşesini gezmek istediklerini belirttiler.
Biraz önce Bosforu geçtiler kenti ikiye bölen . İstanbul’un batı yakasındayız. Geçmişi cok eskilere dayanan batı kesiminde. Bir hafta boyunca kaldık kültürlerin eriyip kaynaştığı bu kentte.İstanbul, Işık sacıyor Doğuya ve Batıya. Ama kokumuz (Arap-İslam kokusu) İstanbul’a sinmis, buram buram kokuyor. Atmosfer boşluğunu hınca hınç dolduruyor gelenekleri, minareleri, kubbeleri ve sonsuz lezzetiyle.
Bu eşsiz Büyük Saray (TOPKAPI Sarayı) , Osmanlıların bu baskentte , sergiledikleri ilk muhteşem eserdir. Yabancı turistler, duvarlardaki işlemeli yazıları ve nakışları hayranlıkla izliyorlar. Ama ben duvarlara yazılı bütün beyitleri biteviye tekrarlayıp duruyordum odaların içinde. Kuşkusuz o Arapça hatları çeken hattat, kendi çagındaki bütün hattatlar içinde en becerikli ve en usta olanıdır. Beyitlerini parlak maviyle donatmıştır. Sanki hattat, yakınındaki deniz mavisinin duvarlardaki yansımalarını aktarmak istemiştir.Gözün göremediği ve beynin düşleyemediği sonsuz güzelliği yansıtmak istemiştir.
“Ey insan, barışçıl tek gününü gördün mü komsularının?
Akan gözyaşını kana kattın.”
Hatlardaki mükemmellik, bu beyitteki güzellikle örtüşüyor adeta.
Sultan, kasidenin bu beyitini mutlaka görmüş, okumuştur ve sanırım bu beyit, Hz. Peygamber’le ilgili bir mesaj içermektedir. İhtimal ki Sultan, bu beyitin, kendisini türlü kötülüklerden ve düşmanlardan koruyacağına inanmıştır.
Yedi yaşındaki küçük kızımız Badiye sarayın güzellikleriyle ilgilenmiyor bile. Mavi gözleriyle bizi gözetleyen deniz sularına dalmayı düşlüyor.
-Nicin yüzmüyoruz ?
Küçük Badiye, haklı kendi açısından. İki kardesi de varacagımız ilk sahilde denizle kucaklaşmayı en az onun kadar bekliyor. Yolda İskenderunlu bir kişiyle tesadüfen karşılaşıyoruz. Arapça konuştuğumuzu görünce gelip bizi selamlıyor. Karşılıklı bir istekle sohbete daldık. Bizimle ilgili her şeyi bilmek istiyordu.Söz arasında cocukların yüzebileceği bir sahili sorduk. Hemen:
-Küçük trene binip Florya’ya gidin . Buradan uzak değil. Isterseniz sizin rehberiniz olabilirim.Florya, bu ülkenin en güzel sahiline sahiptir, dedi.
Badiye, şu an denizde... Masmavi Florya’da... Havada gezen kelebeğe benzer biçimde denizde yüzüyor ya da bir ışık damlası gibi ... Küçük kafilemin etrafında dünyanın her yerinden insanlar o güzelim sahili süslüyor. Gün bitiyor ve akşam kızıllığında güzelim sahilden ayrılıyoruz Florya:Ey belleğimde 30 yıl sonra parlayan müthiş hatıra. (Bu satırlar 1990’larda yazılmıştır.)
Altın Kumlarımız
Arap-Suriye sahilleri, Florya’dan daha az güzelliğe ve daha düşük bir şiirselliğe sahip değildir. Buna rağmen ey Florya’nın bitimsiz güzelliği bende ölene dek kalacaksın! Ömrümün kasidesinden en güzel beyit olarak bende kalacaksın.
Ayasofya
Büyük Kostantiniyye nin (Bizansın) Kilisesi (Ayasofya Kilisesi), ilgimi pek çekmedi. İkonlarin altında cok bekledim. Nakışlarını, mavi renklerini ve hatlarını inceliyorum. SULTANAHMET Camisi öyle güzeldi ki onun adına boşuna “Mavi Cami” dememisler. Onu yapan dâhi muhendis, mimari dünyasına şahane, siirsel bir eser armağan etmiştir. Bence O , (mimar Sinan) sadece büyük bir mimar değil, büyük bir şairdir.
Eşim dedi ki:
-Cocukları otele bırakalım, bayağı yoruldular. Otel müdürü olan o yaşlı Türk doktordur. Cocukları kendi çocukları gibi şımartıyor. Birazdan yatacaklar, bizlerse akşam yürüyüşüne cıkacağız.
Bosfor incisine geldiğimiz andan beri, yapmayı düşündüğümüz akşam gezintisi belleğimizde kurduğumuz unutulmaz güzellikte bir hayal gibi duruyordu. Çoktandır biliyorum ki Fransiz şair Pierre Loti, Istanbul’a gönül bağlamıs ve bir dönem orada yaşamıştır. Istanbul’la ilgili cok şiir yazmıştır. Orada , Eyüp Sultan Tepesi’nde bir kahve var. Adını bu İstanbul sevgisi yüzünden Pierre Loti koymuşlar.Bu tepedeki şair ismi şunun icin verilmiştir:Şair her fırsatta o tepeye koşmuş, bu tepeye aşık olmuştur. Eyüp Sultan’daki meşe ağaçları içinde saatlerce zamanlar harcamıştır. Ve akşam saatlerinin o hüzünlü renkli gölgeleriyle avunmuştur. Tepeye , yukarıdaki kahveye şairin kahvesine;PiERRE LOTi KAHVESi denmiş bu yüzden.
BUDUR İŞTE BUGüNKü AKŞAM GEZİNTİMİZ.
Oraya giden yolu sorduk. Oraya gitmek için gerekli bilgileri aldık. Yolun toprak, taş ve dikenlerle dolu, daracık bir yol olduğunu oğrendik.
Eşim dedi ki:
-Olsun; ama mutlaka tırmanmamız lazım. Gece bile olsa...
-Ya yolu kaybedersek bu berbat yolda?..dedim.
Kısa boylu, genç Bir Türk askeriyle karşılaştık. Kırık İngilizcesiyle bize kahveye kadar rehber oldu. Ne kadar iyi niyetli bir köylü delikanlısıydı. Bizimle kahveye kadar tırmandı, onu bizimle soğuk bir şeyler içmeye davet ettik.
Ağaçlar kocamandı. Kahve ağaçların ortasındaydı. O küçücük kahveyi her yandan sardığı için ağaçlar sevimli hale getirmişti. Sen burada bir ormandasın, bir kahvede değil.
ALTIN BOYNUZ (HALİÇ) AYAKLARIMIZIN ALTINDA UZANIYOR.
Aksamleyin ışıklar dalgalanıyor. Görüntünün güzelliğiyle başka bir tat alıyoruz doğadan. Başka hiçbir yerde hissedilmeyecek bir duygudur bu.
PİERRE LOTİ
KENDİSİ HAKLIYDI BU TARİHİ KENTE AŞIK OLMAKTA. Ve özelliklle bu yere aşık olmakta haklıydı. Büyük Türk şairi Nazım Hikmet bir şiirinde Pierre Loti’ye hakaret etmişti anımsadığım kadarıyla-Çünkü emekçilerine değil, İstanbul’un güzelliklerine övguülü şiirler yazmıştı Pierre Loti.
Sanat ve güzellik, emekçilerin, yoksulların mülkiyetinde değildir ey büyük şairim(Nazım Hikmet)! Ömrümüzü damla damla tükettik , ağaclar uğruna nice şiirler yazdık ve ağaçlar icin nice mücadeleler verdik ağaçtan yapılma bir carmıha gerilmek için.
Bana izin ver, kavga adamı sairimizin kulağına bir seyler fısıldayayım: Bir gün onunla evinde, Sovyetler Birliği’nin baskentinde (Moskova’da) kücük bir semtte karşılaştım. Yıllar onu yıpratmıştı. Artık bundan sonra aramıyorum-Ne emekçileri ne de milyoner zenginleri. Evet, şu anda bir insanı ariyorum. sarf ettiğim hiçbir harf veya yazdığım hiçbir satır icin ömrüm boyunca hiçbir pismanlık duymadım, duymayacağım. İşte oydu hayatımız ve şuna inanıyorduk ki kendimizi bizlere ve başkalarina adamıştık.
Hafta bitti. İznimiz bitmek üzere. Elveda ey inci Bosfor (Istanbul Boğazı) ve Bosfor Adaları, evcil ve yakın!
Elveda İstanbul!... Bir daha görüşmek üzere... Belki...
ÇEVİREN : NURİ SAĞALTICI
(BU ÇEVİRİNİN HER HAKKI MAHFUZDUR)
(28 ARALIK 2009 LAZKİYE-SURİYE’DE BU ÇEViRi YAPILMIŞTIR)
ÇEVİRMENİN NOTU: DEĞERLİ OKURLAR, BU YAZI, SURİYELİ ŞAİR SAYIN SÜLEYMAN İSA'NIN KALEMİNDEN NURİ SAĞALTICI TARAFINDAN TÜRKÇEYE AKTARILMIŞTIR VE 1964 YILINDA ŞAİRİN, ÜLKEMİZE YAPTIĞI BİR GEZİYİ BU GEZİNİN İZLENİMLERİNİ İÇERMEKTEDİR. ÜLKEMİZİ YÜREKTEN SEVEN, SAYIN SÜLEYMAN İSA'YA SAYGI BORCUMU BİR PARÇA ÖDEMEK AMACIYLA BU ÇEVİRİYE GİRİŞTİM. BUNU BAŞARABİLDİMSE NE MUTLU BANA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder