19 Haziran, 2009

EDEBİYAT AKIMLARINDA "AKIL VE DUYGU"

Ulusların edebiyat maceralarına bakılınca insanlığın aydın kesiminin dünyaya bakışına ilişkin ilginç görünümler elde edilebilir. Yeryüzünün en eski kaynaklarından başlayarak insanların dünyaya bakışları, sosyolojik yapıları,duyuşları da verdikleri eserlerde kendini gösterir. Bugün Batı uygarlığının hatta doğu felsefesinin de önemli bir kaynağı sayılan Latin ve özellikle antik Yunan kültürü bu anlamda incelenmeye değer. Sözü edilen bu kültürlerin etkileri 17. yüzyıl boyunca bütün Avrupa edebiyatlarında "klasisizm" diye adlandırılan edebiyat anlayışında kendini açıkça belli eder. "Akıl ve sağduyu"nun bunaltıcı sıkı kurallarıyla örülü bu edebiyat anlayışının kaynağı, Homeros'un "İlyada ve Odessa"sıdır,Aisopos'un fabllarıdır, Euripides'tir, Sophokles'tir, Aristophanes'tir, Aiskhylos'tur. Günümüzde bile Pelopennes Savaşı'nın, Truva Savaşı'nın filmleri hala büyük bir ilgi uyandırabiliyor ve bu olayların film çekimi için milyonlarca dolar yatırım yapılabiliyorsa bunun bir anlamı olmalı. Bütün Avrupa'da 17. yy. boyunca aklın ve sağduyunun egemenliği vardır. Klasisizmin kuramcısı Boileau "Şiir Sanatı" adlı eserinde şöyle der:"Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini yalnız ondan almalı." Ta ki Avrupa'da pusulanın keşfine, gemiciliğin gelişmesiyle başlayan ticaret serüveninin ve yeni kıtaların keşfine, sanayileşmenin gelişmeye başlamasına kadar bu anlayış sürecektir. Feodalizmin sermayesini tüketip burjuvazinin palazlanmaya başladığı 18. yy'da burjuvazi kendi felsefesini ortaya koymaya başlayacak ve edebiyatta "birey"selleşme ve "özgürlük" olgusu ortaya çıkacaktır. Bu dönemde artık sıkıcı olmaya başlayan ve yüzyıllardır insanı tutsak eden "akıl ve sağduyu", yerini "duygu ve hayal"e bırakacaktır. Romantik ozan Alfred Musset akla tepki olarak şöyle diyecektir: "Yüreğine vur, deha oradadır." Bütün romantik yazarlar bu düşünce ışığında 18. yüzyıl boyunca eserlerinde kendi duygularını aktarmaktan geri durmayacaktır. 19. yüzyılda sanayinin ve bilimlerin hızla gelişmesi, August Comte'un pozitivist(olgucu) düşüncelerine uygun temeller hazırlayacak ve bu düşüncenin edebiyat dünyasında sağlam bir yer kazanmasını sağlayacaktır. Edebiyatta "realizm" (gerçekçilik) adıyla tanıdığımız hareket, romantizmin "duygu ve hayal" öğelerine karşı bir tür akılcı sayabileceğimiz "gözlem ve anket" yöntemine başvuracaktır.Realizmin öncü yazarlarından Stendhal, roman anlayışını açıklarken:"Roman dediğin, yol boyunca dolaştırılan bir aynadır.Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarında birikmiş çamuru görürsün." der. 19. yüzyılın sonlarına doğru bilim ve sanayileşmenin üst noktalara tırmanışı devam edecek ve realist anlayışın bir üst aşaması olarak sayılan natüralizm (doğalcılık) akımı ortaya çıkacaktır. Realizmin benimsediği :"İnsan çevresinin ürünüdür ve çevrenin insan davranışları üzerinde belirleyici bir rolü vardır." görüşünü inkâr etmemekle birlikte, natüralisler, insan davranışlarını belirleyen tek öğenin bu olmadığını, genetik faktörün de yani "huy"un da hesaba katılması gerektiğini ileri sürmüştür. Natüralistlerin keskin bir bilimsel bakışı vardır edebiyata ve pozitif bilimlerin deney yöntemlerini edebiyata uyarlamaya çalışmışlardır. Natüralistlere göre:" Edebiyat, bir laboratuvar, roman ise bir ameliyat masasıdır." Bu ilke bile 19. yüzyıl insanının edebiyatta tıpkı klasik dönemdeki gibi akılcı olduğunu ortaya koymaya yeter. 1870 Fransa'nın askeri bozgunundan sonra insanlarda başlayan karamsar hava, sanayileşmenin getirdiği yalnızlık ve içe kapanış hareketi,20. yüzyılda daha da derinleşip keskinleşerek adeta insanı bunaltan bir noktaya ulaşır: 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Birinci Dünya Savaşı,Türkiye ve pek çok ülkenin işgali, ardından ortaya çıkan İkinci Dünya Savaşı, Vietnam-Amerika Savaşı, Kore Savaşı, atom bombaları, İsrail-Arap Savaşları ... Böyle bir ortamda güven duygusundan uzak, yarını bile görmekten aciz bir insanın akılcı olamayacağı açıktır. Bu nedenle 19. yüzyılın son yıllarından günümüze kadar ortaya çıkan edebiyat akımları incelendiğinde görülecektir ki, sanatçılar da çağın tedirginliğini, çağın küskünlüğünü, bezginliğini ortaya koymaktadır. Çağımız duygusal insan çağıdır. Özetle denebilir ki insanlığın edebiyat macerası, aslında toplumsal yaşam macerasının yansımasıdır. Ne ilginçtir ki insanoğlu bu tarihsel süreç boyunca hiçbir dönemde akıl ve duygularını ölçülü kullanamamıştır. Bir dönem YALNIZCA AKLIN, bir dönem de YALNIZCA DUYGUlarının tutsağı olmuştur: KLASİSİZM(AKIL ÇAĞI),ROMANTİZM(DUYGU ÇAĞI), REALİZM VE NATÜRALİZM(AKIL ÇAĞI), SEMBOLİZM VE SONRASI(DUYGU ÇAĞI). Kimbilir, belki de insanoğlunun mutsuzluğunun kökenindeki asıl gerçek budur. Akıl ve duygunun dengelendiği bir çağı ümit etmekten başka ne yapabiliriz ki! Nuri SAĞALTICI

Hiç yorum yok: